top of page

Beğeniler, Sevgiler ve Güzellikler Üzerine

Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Prof. Dr. Bozkurt Güvenç'in kaleme aldığı ve beğenileri, sevgileri irdelediği 1985 tarihli makale.

sevgi


Reisi Cumhur Sebahattin Öztürkoğlu Arşivinden


Yarına Mektuplar - Onuncu Makale

Cumhuriyet Gazetesi



HABER ADI : Beğeniler, Sevgiler ve Güzellikler Üzerine

MAKALE YAZARI: Prof. Dr. Bozkurt Güvenç

TARÄ°H : 21 Nisan 1985 Pazar


Evde büyüklerden, okulda öğretmenlerden diler dururduk :"Renklerle zevkler münakaşa edilmez."miş. Şimdilerde seyrek duyulan bu deyim kalıbı, kesin kuralmış gibi öyle egemencesine bir "eda" ile yinelenirdi ki, tartışmalar daha başlamadan kesilir; kuralın neden, sözün sahibi ne sorulur ne de açıklanırdı. Belleğimi yokluyorum da hazır bir gerekçe bulamıyorum. Olsa olsa bir Batı uyarlaması ya da Fransız esprisi seziyorum özdeyişin ardında. Bizden eskilerin bedadet ya da mütearife (belit) dedikleri, açıklaması kendi içinde bulunan besbelli bir gerçeklik olmalıydı bu sözde.


Bizim kuşak, renklerle zevkleri pek tartışmadı ama renklerin simgesel anlamları ile zevklerin değişmesine tanık oldu. Sözlerle sözcükler de öyle değişti ki : Gençlerle sohbet ederken, "Renklerle beğeniler tartışılmaz" demek, kuşkusuz daha kolay anlaşılabilir. "Yeşil Işık" vardı ama "geçmişe izin" vermek anlamına gelmezdi. Doğa simgesi yeşil, çevre kirlenmesine karşı çıkan varoluşçu bilgelerin simgesi oldu. Hastalık simgesi sarı renk, bugün artık sağlığı korumak ve kazaları önlemek için "Dikkat" anlamında kullanılır oldu.


Bir zamanlar eş - dost, müttefik ve biz-kendimiz anlamına gelen al-kırmızı, mavi-düşmanla yer değiştirdi. Çağdaş trafik ve iletişim düzeninde, tehlike ya da arıza var. "Hele biraz bekle" anlamına geliyor. Değişen anlamların mantığı, doğruluğu tartışılabilir mi? Yaygın eğilimlere şöyle bir değinip geçiyoruz.


Batıda yas (ölüm) simgesi siyah (karalar bağlamak), Doğudaki en mutlu törenlerin egemen rengidir. Çin kültüründe yas (ölüm) rengi olan beyaz ise Batının mutluluk-temizlik ve gelin simgesidir. Renkler yelpazesinden beğeniler dünyasına çıkıldığında, yapılan değerlendirmelerin tonlarıyla renkleri, akıl almaz boyutlara ulaşır.


İnsanın güzeli ve sevdiği, güzel olanı herkesin beğendiği söylenmişse de deyim pek geçerli değildir. Güzeli çokluk beğeniriz ya her beğendiğimiz güzeli mutlaka sevemeyiz. Oysa gerçekten sevdiklerimizi çoğu zaman güzel bulduğumuz doğrudur. "Gönül kime güzel derse güzel odur1 sözüyle dile getirilen gerçek budur. İsterseniz gönülü atıp yerine kişiyi, dilerseniz kendinizi de koyabilirsiniz: "Kişi kimi severse güzel odur" ya da "Siz kimi severseniz o güzel olur!" gibi! Ne insanca bir duygu ve gerçek değil mi? Ve de ne güzel!


NEDENÄ° BÄ°LMEZSEK TARTIÅžAMAYIZ


Güzeli neden güzel bulduğumuzu, sevgiliyi neden güzel gördüğümüzü bilemiyorsak, toplumsal değerlerle beğenileri nasıl tartışabiliriz ki? Belki bundan dolayı aşkın ya da gelip geçici olmayan sevginin "kör olduğu" söylenmiştir. Gözlem ve yargı geçerli mi acaba? İklimler adlı romanında A. Maurois, aşkın mantığını (denklemini) çözümlemeye kalkışmışsa bile "kör olduğu"nu da kabul etmiyordu.


"Gerçek şu ki insan, (sevdiği) bir varlıkta kendisi için önemli saydığı, çoğu zaman tanımlanamayan o şeyi bulduktan sonra artık kusur ve zayıflıklara karşı ilgisiz kalıyor."


Adsız bir bilge sözüne göre de "En iyimizin öyle kusurlar, en kötümüzün öyle iyi yanları var ki, kusur dediğimiz ley, sakın kusuru görmek olmasın!" Benzer sorunların altından kalkamayan, üstesinden gelemeyen akıl, "Gönül kimi severse güzel odur" deyip işin içinden sıyrılmaya çalışmış. Gönül neyi, neden ya da ne için sever? Bilemiyoruz. Güzeli / güzelliği araştıran kimi sanatlarla estetik denemeleri varsa da "sevgi" adı verilen "o şey"in ne bileni var ne bilgini ne sanatı yapılmş ne felsefesi!


Fromm'un Sevme Sanatı, öncesi olmayan, arkası gelmeyen bir deneme olarak kaldı. Sevgi sorunu fizik ötesi görkemiyle dokunulmazlığını koruyor. Buscaglia da insanın en insanca eseri olan sevginin, bilime konu olmayışından haklı olarak yakınmadı mı? Sevgiyi, akıl - mantık dışı bir ruh halinde benzetenler karşısında, insan ruhunun en görkemli yaşantısı, en kutsal Tanrı armağanı ya da emaneti gibi yorumlayan erenler olmuştur. Ancak Bolieau'nun dediği gibi "Yüreğin sırlarına akıl ermiyor."


ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜN YANINDA HAKKIMIZ


Beğeni ile güzelliğin tartışılmazlığı ilkesi, günlük değerlendirmelerimizdeki sonuçsuz kutuplaşma ve çelişkilerden doğuyor olabilir mi?


"beğendiğiniz gibi olsun" sözüyle Shakespeare, bu gerçeği ne ozanca dile getirmiş! Kimi şiiri sever, kimi şairi. Kimi Brahms'ı sever kimi Dede Efendi'yi. Akif'i sevenlerin Fikret'i pek tutmadığını görüyoruz. Oysa bu iki ozanımız, bildiğimiz kadarıyla düşman kardeşler değillerdi. Beğenilenleri beğenmemek özgürlüğümüz varsa, sevilmeyenleri sevmek hakkımız da olmalıdır. Öylesine karmaşık bir sorun ki, bilinen örnekler ne çoğunluğun haklı olduğunu kanıtlar, ne azınlığın haksız ne de tek tek bireylerin vatan haini olduğunu. Sayıların üstünlüğü, sıradan bir sav ve savunmadır.


beğenisine saygı duyduğum bir arkadaşımla televizyonda izlediğimiz ünlü bir filmi değerlendiriyorduk. Benim olağanüstü güzel bulduğum sinema filmini arkadaşım hiç mi hiç beğenmemişti. Kişisel kanılarımızı değiştirmeden bir gözlemde birleştik: Filme verilen Oskar ödülleri, beni olumlu, arkadaşımı ise olumsuz yönde etkilemişti. Arkadaşım filme değil, verilen ödüllere tepki gösteriyordu.


Bütün bunlar şu demek oluyor ki düşünce ve duygu değerlendirmeleri, kişiden kişiye tümüyle değişebiliyor. Toplumu dolaylı olarak ilgilendiren konularda öyle çelişik değerlendirmeler yapılıyor ki, kırk yıllık dostunuza, en yakın arkadaşınıza, en güvendiğiniz danışmanınıza, en sevdiğiniz yöneticiye bir anda ters düşebiliyorsunuz. Düşebilirsiniz derken, düşebiliriz demek istiyorum aslında. Çünkü bazen kendimize de ters düştüğümüz olmaz mı? Sözgelişi kerevizin pilakisini sevmeyen kişi, zamanla çorbasını beğenebiliyor. Güzel yıldız Elizabeth Taylor'dan artık hoşlanmayanlara hiç rastlamadınız mı?


Hepsi iyi de "bizim gibi düşünmeyenlerin tümü, demokrasi düşmanıdır" diyen demokrasi sözcüleri ile bilim, fikir ve basın özgürlüğü uygulamasından yakınan aydınlara "isterlerse yabancı ülkelerde bilim yapma özgürlüğünü" öneren uzmanlara ne demeli?


Ulus hayatındaki akıl - mantık ve sağduyu çelişkilerini görüyor, aramızda tartışıyor ama gerçek düşüncelerimizi aynı açıklıkla dile getiremiyoruz. Oysa her davranışı, her sözü, her edimi beğenmediğimiz gibi beğenmek zorunda da değiliz. Doğrusu beğenmiyoruz da. Ne var ki insanı bir kez sevmeye başlayınca pek çoğunu hoş görmeye, anlayıp bağışlamaya başlamıyor muyuz? Demokrasi denen gelenek de belki böyle bir hoş görü ilkesi üzerine kurulmuyor mu?


SONUÇ


Büyük Fransız Devrimi'nin temel değerleri ve son amaçları konusunda Rousseau ile bir türlü anlaşamayan Voltaire "Sizinle aynı görüşte değilim ama (benden - herkesten) farklı düşünme hakkınızı hayatım boyumca savunacağım" demiş, tarihe geçen sözünü tutmak erdemini göstermişti. Bu sözü ve tutumu beğendiğimi, sevdiğimi, güzel bulduğumu, işimde kullandığımı itiraf ederim. Şu apaçık amaçla ki beğenilerin, sevgilerin ve güzelliklerin insandan insana değişebileceğini söylemek, yanılgıları düzeltmiyor. Çoğunluğun beğenisine uymayan şeyleri sevenleri, güzel bulanları hoş görmek, korumak zorundayız. Geleceğin seçeneklerini taşıyan tohumları korumakla, güvenliğimizi de sağlamış oluyoruz. Anayasayla kurup zinde güçlerle çalıştığımız "Demokrasinin temel ilkesi hoş görü mü acaba?" diye düşünüyorum.



5 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Tuva, Tuvart, Tuva Art, Tuvart Haber

Haber

bottom of page