Milli kimliği ve bireysel gelişimi ile Türk Dünyasına hizmet için hemen her fırsatı değerlendiren Prof. Dr. Abdulhamit Avşar ile İstanbul Ticaret Üniversitesinin Türk Dünyasında bir ilk olarak başlattığı ortak ders faaliyeti hakkında söyleşi yapma şansım oldu. Türk Dünyasının her köşesine biraz uğrayıp fikir tazelemeyi, yeni bilgiler edinmeyi de ihmal etmedim. Eşsiz keyifli, bilgi dolu, kültür dolu sohbetimizle sizi Uygur Türkü bir rektör ile tanıştırıyorum.
"DOĞU TÜRKİSTANLIYIM"
Ben Doğu Türkistanlıyım. Ailem 1965 yılında Afganistan'dan buraya göçmüşler. Çin işgalindeki Doğu Türkistan'dan çıkıp Afganistan'a geçmişler. Orada 4 yıl kalmışlar. Ben de orada dünyaya gelmişim. 1 yaşımdayken Türkiye'ye gelmiş ve Kayseri'ye yerleşmişiz. Hızırbek Gayretullah'ın olduğu kafile 1956 yılında, bizden daha önce geldi. Ama onlar İstanbul'a geçtiler.
Yurt kaybetmeyi Türkiye Türkleri bilmez. Daha doğrusu unuttular. Sınırların dışında kalan yurtlar unutuldu. Anadolu, başlı başına bir yurt olduğu için de o acı çok hissedilmedi. Vatanını kaybeden insanların ruh hallerini, psikolojilerini ben bilerek, içinde bulunarak yetiştim.
"Türk Dünyası bizim hayatımızın temel omurgasını oluşturan bir düşünce. Çocukluğumuzdan itibaren bu dünyanın hikâyeleriyle, bu dünyanın hayalleri ile büyüdük."
Biz Kayseri'de bir mahalleydik orada, şu anda Hoca Ahmet Yesevi Mahallesi oldu. O zaman Türkistan Mahallesi diyorduk. Yüz küsur kadar aile bir aradaydık. Doğu Türkistan'ın minik bir modeli orada yaşıyordu.
Büyüklerimizden oradaki şehir yaşamını, yaşam hikâyelerini, daha evvelki o mutlu hayatlarının öykülerini, nasıl işgal altına girdiklerini, işgal altına girdikten sonra ne olduğunu, Çin'in zulümleri, baskıları, katledip yok ettiklerini dinleye dinleye büyüdük ve içimizde bir dava şuuru oluştu. O da nedir?
"İşgal altında bir yurdumuz var. Bu yurdumuzun kurtarılması için ben, ne yapabilirim?"
"İLK YAZIMI İLKOKULDAYKEN BİR BÜLTENE YAZDIM"
Hatırlıyorum ben, sanırım ilkokul dört ya da beşinci sınıftaydım. Abilerimizin kurduğu bir dernek vardı. Onlar bir bülten çıkarırdı. O bültene ben bir yazı yazdım. Böylece bir yerde yayınlanan ilk yazımı ilk okulda yazmış bulundum. Tabii abilerimizin de yazının ortaya çıkmasında destekleri oldu.
O zamandan beri hep Türkistan hayali ile yani Dış Türkler hayali ile büyüdüm.
İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde de ilk olarak İletişim Fakültesinin kadrosuna geldim. Baktım ki çok güçlü bir akademik kadrosu ve teknik alt yapısı var. Stüdyosu var, radyosu var, çalışan arkadaşlar var. Ben de biraz profesyonel gözle bakarak bunları biraz daha nitelikli hale nasıl getirebiliriz diye çalışmalara başladım. Eksiklikler vardı, yapılmayanlar vardı; onları tamamladık. Medya İletişim Başkanıydım, hâlâ da yürütüyorum o görevi İletişim Fakültesinde.
Sonra YouTube üzerinden yayın yapan televizyonu yeniden düzenledik. Oradan günlük program yapmaya başladık. Her gün oradan periyodik bir yayın yapıyoruz, Geniş Açı adında. Radyomuz var, aynı şekilde yayın yapıyoruz.
Öğrenci uygulamalarını, kendimizin profesyonel bir takım etkinliklerinin takibi yaptığımız programlar var. Hem görsel hem işitsel olarak öğrencilerimiz buralarda çalışmalarını yapıyorlar.
Basılı mecra açısından Haber Postası diye bir gazetemiz, İtalik diye de bir dergimiz var. Onları da biraz toparladık. Editörü değiştirdik. Araştırma görevlisi bir hocamız editör oldu, ben genel yayın yönetmeniyim. Yine öğrenci odaklı çalışmalarımız var. Bütün çalışmalarımızı zaten öğrencilerimizle uygulama alanı olarak yapıyoruz.
Yaptıklarına bakıyoruz tabii, redakte ediyoruz. Sonra da baskıya geçiyoruz, elektronik ortamda da yayınlıyoruz.
Görseli daha iyi, okunması daha kolay, kaliteli bir yapıya getirdik. Tabii sosyal medya kanallarımız da var, onları da yine öğrencilerimiz yürütüyor. Sonra öğrenci kanalımız var, orada sadece öğrencilerimiz kendi üretimlerini paylaşıyorlar. Festivale gidecek filmler yapıyoruz.
İletişimin her alanında, günümüzde iletişimin gittiği her alana bakarak dönüşüm sağladık.
İstanbul Ticaret Medya Merkezi diye bir birim oluşturduk. Bu birim içerisinde bütün bu çalışmaları yapıyoruz. Sektör deneyimi olan güçlü isimli arkadaşlarımız var burada. Akademik destek de veriyoruz. Şubatta başladı bu birim. Daha da güçlenecek orası.
İletişim Fakültesi olarak ilk işlerden biri olarak Manas - Türk Kırgız Üniversitesi iletişim fakültesi ile bir protokol imzaladık. Bir ay kadar oldu. Onlarla da aktif olarak neleri nasıl yapabiliriz diye bakıyoruz. Karşılıklı stüdyolarımızdan konuklarımız programlara katılabilir, ortak projeler yapabiliriz, görsel projeler diye düşünüyoruz.
Yine Buhara'dan bir üniversite geldi. Onların da iletişim fakülteleri varmış. Şimdi söylemeyeyim ama çok güzel bir proje. Ortak değerlerimiz üzerine bina edilecek bir projeyi konuştuk.
Kazakistan'da iletişim fakültesi olarak bir festival düzenliyorlar, güzel sanatlar fakültesi var. Onlarla da bir yol aldık.
"HİÇBİR ENGEL YOK"
Türklerin dünyaya bakışlarında gerçekten bir ayrımcılık yok. O sebeple nereye gitmişlerse oradaki toplumlarla uyum sağlamıştır. Asimile etmemiştir. Emperyal bakış açısı olmamıştır.
Kendisi kaybolmuş ama başkasını kendi içinde kaybetmemiştir. Türklerle yaşayan toplumlar, kendi kimlikleriyle hep var olmuşlar.
Ben Etiyopya'ya gitmiştim, bir adamla tanıştım. Müslüman bir yer orası. Sandım ki din kardeşliğinden bahsediyor. Yok dedi, biz kan kardeşiyiz. Simsiyah bir adam. Düşünün o coğrafyada Türkler yedinci yüzyıldan beri var. Tabii bir de bizde kaybettiğimiz coğrafyaları unutmak gibi bir yanlışlık var. Başkaları yerin 300 metre altından bir şey çıkarmak için ortalığı kazıp dururken biz, yüzeydekini görmemek için gözlerimizi kapatıyoruz. O sebeple bizim dünyadaki yayılmacılığımız bu yönde aslında oldukça geniştir.
Haliyle Türk Dünyasında ortak eğitim açısından hiçbir engel ile karşılaşmadık. Sadece girişimde eksiklik var, o kadar. Sürdürülebilirlik, verimlilik önemli. Bir işi sadece yapmış olmak için değil de bunu ne kadar verimli yapabilirim ve sürdürebilir miyim açısından yaklaşmak gerekiyor.
Karşı tarafta da kucak açmış bekleyen bir duruş var. Onlar daha istekliler iletişime. Devletimiz de her türlü desteği veriyor. Yükseköğretim Kurumumuz da cumhurbaşkanlığı da uluslararasılaşma alanında çok ciddi destek veriyor. Türk Dünyası ile ilişkilerin, Türk Devletleri Teşkilatı bağlamında geliştirilmesi için her türlü desteği veriyor. Yükseköğretim Kurulu, bazı Türk Devletlerinin ilgili öğretim kurumlarıyla ikili iş birliği protokolleri imzaladılar üst düzeyde.
Evet, çatılar kuruluyor, var ama bunu yürütecek olanlar zemindekiler. Üniversiteler, bireyler, sigorta şirketleri, ne bileyim iş insanları... Kimse artık yani.
Elbette bir de şu var ki kendimize olan güvenimizle beraber, Türk coğrafyasına olan ilgimizi de kaybetmişiz. Daha doğrusu ne getireceğinin farkında değiliz. Oysa ki bu ilişkiler bizi çok daha güçlü yapar. Dünya çapında... Türkiye'nin Türk coğrafyası ile olan ilişkilerini kıskananlar olduğuna göre başka bir göstergeye ihtiyaç yok.
Türkiye, uluslararası düzenin yönünü, eksenini değiştirecek bir ülke. Türkiye'nin güçlenmesini kim ister; hangi rakip, hangi düşman ister?
Kimsenin kuşkusu olmasın ki Türkiye'nin Türk coğrafyasına bakmasını istemeyenler çoktur. En yakınımızdakiler dâhil buna. Hatta çok çarpıcı bir şey anlatayım. Birinci Dünya Savaşında Almanlar müttefikimizdi. Aynı safta yer alıyorduk. Kafkas İslam Ordusu kuruldu. Bakü'yü oradaki Sovyet hakimiyetinden kurtarmak için harekete geçti. İlk olarak kim buna itiraz etti dersiniz?
Almanlar.
Almanya, o zamanlar Gürcistan'daydı. Demiryolunu kapattılar. Türkiye'nin güçlenmesini istemezler eskiden beri tabii. Türkiye'nin güçlenmesi petroldü, yer altı zenginliğiydi gibi şeyler değil bambaşka bir şeydir.
Fakat Türkiye, bir yola çıktı. Türkiye öncülüğünde Türk Dünyası da yola çıktı. Temeli atılan temel kurumların başarısı kaçınılmaz. Tren yola çıktı yani.
"TÜRK DÜNYASINDAKİ YAKIN GEÇMİŞ"
1990'lara kadar Türkiye'de, Türkiye'nin dışında Türk olarak yaşama kavramı çok yaygın bir kavram değildi. Bunu savunanlar, belli bir ideolojik çerçevede olan kişilerdi. Halbuki orada Türkiye'den çok daha fazla Türk vardı. Ana Yurtta yaşayanlardı onlar ve esaret altındaydılar. Çok şükür 1991 yılında Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Türkistan'ın batısı, Azerbaycan kurtuldu, bağımsızlık kazandı ama Türkistan'ın doğu parçası hâlâ işgal altında.
Bu tabii genel bir fotoğraf ama bir de şu var; bağımsız Türk Devletlerinin ortaya çıkması ile Türk Dünyasında Türkler arasında yeniden bir kaynaşma ve dayanışma başladı.
Bu biraz siyasi açıdan da önemliydi. Çünkü siyasi ilişkiler kurulması gerekiyordu, kuruldu ve saire.
Sonra bunun bir çatı altında toplanması, ortak hareket etmek, fikir paylaşımın sağlanması için bir yapının oluşturulması gerekiyordu. Önce Türk Keneşi diye Türk Dili Konuşan Devletler diye kuruldu. Bugün artık Türk Devletleri Teşkilatı diye daha verimli bir yapıya dönüştü çok şükür. En azından Türk Dili vurgusundan çıkıp doğrudan Türk'e geldi konu. Bu ilişkiler önemli.
Sonra bu yapının alt kuruluşları oluştu. Odalar ve Borsalar Birliği, Türk Kültürel Miras Vakfı, Türk Devletleri Parlamenter Asamblesi (TÜRKPA) gibi... Daha evvelinde TÜRKSOY kurulmuştu. Fakat tüm bunların içinde üniversiteler arasındaki ilişkilerin yeri başka tabii.
"TÜRK DÜNYASINDA ORTAK EĞİTİM İÇİN ATILAN ÖNCÜ ADIMLAR"
İnsanlar, eğitim yoluyla bir dünya tefekkürü, bir dünya görüşü sahibi oluyorlar.
Eğitim alanındaki iş birliği aslında diğer alanları da besleyen, güçlendiren ya da yenilerinin daha sağlıklı bir şekilde inşa edilmesine yol açan bir model.
Ben de Ağustos 2023 itibarıyla bu görev bana tevdi edildi, buradayım. Burada bizim mütevelli heyetimizle ve de başkanımızla istişare ederek eğitimimizin uluslararasılaşma vizyonumuzun biraz daha Türk Dünyasına öncelikli olarak yönlendirilmesi ile ilgili bir konumuz oldu.
Uluslararasılaşma politikasında uygulama kararına vardık.
Bu politika bağlamında Azerbaycan'dan Kazakistan'a, oradaki üniversitelerle temas kurduk. Ama şunu söyledik: Biz evet, şu anda üniversitemizde 87 ülkeden öğrenci var. 1200'e yakın öğrenci, toplam hacmimizin yaklaşık yüzde 12 ya da 13 oranına denk geliyor.
Biz protokol yaparız, çok üniversiteyle de yapmışız ama Türk Dünyası için somut ilerleme kaydedebilmek için protokol yapmak fikrimiz netti. Bu noktada Özbekistan'dan iki üniversite ile ilk olarak somut bir şekilde hayata geçirdik.
Birincisi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümümüz ile Buhara Devlet Üniversitesinin ilgili bölümü ile ortak ders geliştirdik. Kredili bir ders bu, bu da oldukça önemli tabii. Bu dersi karşılıklı aldığı zaman reelde belli bir ders saatini öğrenci doldurmuş oluyor.
Aynı konuların anlatıldığı bir ders modeli gerçekleştirdik. Dil, Türkçe. Onlar da biz de Türkçe konuşuyoruz derste.
Aynı konular işlenecek, aynı sorular sorulacak ve ona göre değerlendirme yapılacak. Türkçe dilini onlar anlıyor. Türkistan lehçelerini biz biraz anlamıyoruz ama onlar bizi anlıyor. Televizyonların etkisi, turizmin, gidiş gelişin etkisi tabii. Bu ders, devam ediyor bu hafta üçüncüsü yapılacak.
İngilizce eğitim yapan güçlü bölümlerimiz de var. Aynı dili konuşmanın getirdiği ortam ile bilgi paylaşımı kadar bir de akademik birikimimizi paylaşmak istiyoruz. Bu sebeple Taşkent Dokumacılık ve Hafif Sanayi Üniversitesi ile başka bir ders daha başlattık; Mekatronik dersi. Bu ders İngilizce yapılıyor, çok yetkin bir hocamız tarafından veriliyor bu ders. Sektörde çalışmış, bir takım önemli projeleri üstlenmiş bir hocamız bu dersi veriyor.
Yine aynı şekilde iki sınıf, eş zamanlı olarak online bağlantı ile bir araya geliyorlar. Bu dersin de üçüncü haftası.
Bu çekirdeği genişletmek istiyoruz. Örneğin Türkçe üzerinden, diğer Türk Cumhuriyetleri hatta olabilirse Bosna, Makedonya gibi Türkçe eğitim veren üniversitelerin olduğu yerler ve bölümler ile ortak eğitimi genişletmek istiyoruz. İngilizce üzerinden de Balkanlar dâhil Türk Dünyası başta olmak üzere dünyanın her yerinden bu modele katılabilecek üniversiteler ile ortak dersler geliştirmeyi planlıyoruz. Bu nokta da bizim için başlangıç oldu.
İlerisi de var bu konunun tabii. Çünkü vaat edemeyeceğiniz, yürütemeyeceğiniz bir proje hayal oluyor. Evet, çok güzel şeyler düşünüyoruz, çok üst seviyede bir şeyler düşünüyoruz ama doğrudan o noktadan başlanmıyor. Bir yerden başlanması gerekiyor. Biz de bu mantık ile bu noktadan başladık.
Öğrenci değişimleri, akademisyen değişimleri, ortak sertifika programları, belki çift diploma gibi modeller üzerinde çalışıyoruz. Öğrencilerin Erasmus modelinde olduğu gibi bir dönemi orada, bir dönemi burada geçireceklermiş gibi detayları da düşünüyoruz. Hem mevzuatımızın el verdiği ölçüde hem de imkânlarımızın el verdiği ölçüde bu programı yapacağız.
Niyetimiz şu: Türk Devletler Teşkilatı nasıl bir üst çatı kurum ise onun altında belirli alanlarda Türk Devletlerinde yaşayan insanların bir araya getirecek, çeşitli birikimlerini paylaşacakları ve ortak bir yere gelecek kurumlar var ise biz de üniversiteler yoluyla elimizden geldiğince yapmak için yola çıktık.
"TÜRK AKADEMİSİ"
Türk Akademisi bir çatı kuruluştur ve kendi çalışmalarını yapıyor. Örneğin ortak ders kitapları üretti. Türk tarihine yönelik bir takım arkeoloji çalışmaları yapıyor. Kültigin'in babasının mezarını buldular, oradan bir yazıt çıktı; inceliyorlar. Bunun gibi çalışmaları var ama o, başka bir şey. Bizim alanımız üniversiteler arası iş birliği.
Aynı zamanda üniversiteler arası birlik diye bir kurum da kurulmuş. Belli bir üyesi de var. Biz oraya da müracaat edeceğiz. Sanırım belli bir aşaması var şartları gereği. Yani üniversiteler arası iş birliğine yönelik de bir kurum (TÜRKÜNİB) ayrıca var.
Bütün bunlar çatı kuruluşlar. Harekete geçmek için birebir diyaloglar gerekli. Ancak birebir ilişkilerden güç alırsa etkili olabilir. Çatı tamam ama kim yapacak bu işi?
Birebir çalışanlara düşüyor iş ve biz başladık zaten. Bir noktada öncü de olduk. Başka üniversitelerimizde var mıdır bilmiyorum ama biz, Türk Dünyası ile ortak eğitime başladık. Dünyanın başka ülkeleri ile elbette var; vardır bu tür çalışmalar.
Ama kredisi olan dersler Türk Dünyasında sanıyorum bizimle başladı. Çok net bilgim olmadığı için iddialı olmayayım.
"DOĞU TÜRKİSTAN'DAN HABER BİLE ALAMIYORUZ"
Kırgızistan sınırında Aksu merkezli büyük bir deprem meydana geldi. 7.2 deniyor. Büyük bir deprem. Kırgızistan'daki hasarı biliyoruz. Kazakistan'da bile hissedilmiş, oradaki tabloyu biliyoruz. Ama Doğu Türkistan'a ne oldu, bilmiyoruz. Böylesi büyük bir tabii olayda dâhi insanlara ulaşamıyoruz.
Tabii Çin, komünist bir devlet. Sistem olarak da kapalı bir devlet. Doğu Türkistan'a girmeniz mümkün değil. Girseniz de hareket etmeniz mümkün değil. Bütün medya, gazeteler devletin talimatı dışında bir yayın yapamaz ve onlara göre dünya güllük gülistanlıktır. Pembedir dünyaları medyada.
"DOĞU TÜRKİSTAN'DA İNSANLAR AĞIR ŞARTLARDA DEĞİL, İNSANLIKDIŞI ŞARTLARDA YAŞIYOR"
2016 - 2017 yılından itibaren 8 milyon insan toplama kamplarına alındı. Bu toplama kampları nedir diye sorarsanız, bu toplama kamplarından birinde tutulmuş ve sonra Fransa'nın araya girmesi ile oradan çıkarılmış bir Uygur kadınının anılarına yer veren kitabın editörlüğünü yaptım, Türkiye Türkçesinde, bu kitap basıldı. Fransızların haberi olduğu halde bir kadın bu baskılara maruz kalmış. Çünkü Çin, çok istemez dışarıdaki devletlerin içeride olan biteni bilmesini.
Dolayısıyla 8 milyon insana ne olduğunu bilmiyoruz. Sokakta yürürken bile polis gelip alıyor, seni ıslah edeceğiz, eğiteceğiz diye kamplara alıyor ve insanlık dışı kelimesi bile yetersiz kalıyor bu insanların orada yaşadıklarını betimlemek için. Orada tutuluyorlar ve ölen ölüyor, kalan kalıyor. Beyinleri yıkanıyor kalanların da. Kitapta anlatıyor kadın. İnsanların zihinlerinin tam olarak işleyişinin değişmesi için müdahale ediliyor. 8 milyon insan böyle.
Şu anda Doğu Türkistan'da köle işçilik diye bir kavram var. Pek çok uluslararası firma Çin'den bu sebeple çekildi. Toplama kampındaki insanlar zorunlu çalıştırılıyor. Yine Doğu Türkistan'daki insanlar köy köy, mahalle mahalle alınıp Çin'in ortak vatandaşı olduğu gerekçesi ile herhangi bir bölgeye götürülüyor ve bir daha çıkarılmamak üzere tutuluyorlar. Zorunlu olarak nerelerde çalıştıklarını bilmiyoruz. Fabrikalarda mı çalışıyorlar, tarlalarda mı çalışıyorlar; bilmiyoruz. Çocukları bile alıyorlar annelerinden, küçücük çocukları. Orada da ayrı bir toplama kampı var. Ailelerinden koparıyorlar. Çin kostümleri ile Çin gelenekleri çerçevesinde yetiştiriyorlar. Binlerce, on binlerce... Sayısını net bilmiyoruz.
"Çin, Türkleri yok etmek istiyor. Bunu istiyor ki Doğu Türkistan'ı batıya açılacak bir kapı yapabilsin."
"TÜRKİYE, DOĞU TÜRKİSTAN KONUSUNDA EN SAĞLIKLI DURUŞU OLAN DEVLET"
Bir ara suçluların iadesi anlaşmasını da yapmak istedi, biliyorsunuz. Kendisi imzaladı ama yapılmadı o. Hutbelerde de şimdi Doğu Türkistan zulmü dile getirilmeye başlandı. O sebeple Doğu Türkistan faaliyetlerinin Türkiye'de yürümesi çok değerli.
Çünkü çözebilen devlet, büyük devlettir.
Amerika'nın, Rusya'nın sağda solda dolaşması nedir? Çin dünyanın her yerinde ilgili ilgisiz birçok metotlarla dolaşıyor. Büyük devlet olmak, çok dert devredilen devlet demektir. Türkiye'nin de bu ilgilensin dediğimiz kişiler, kardeşi.
Örneğin Almanya'da bir kardeşiniz yaşıyor ve çok zor durumdaysa siz, bana ne diyebilir misiniz? Şimdi bu bir kere böyle bir şey her şeyden önce. Kardeşlik var işin içinde. Milli bilinç de var, çok gerekiyor bu.
Yani Türkiye'nin Doğu Türkistan ile ilgilenmesi Türkiye'de art bir niyet gözetmiyor. Sadece kardeşin kardeşe baktığı gözle bakıyor. Başkaları da yardım ediyor ama hesapları var onların.
Türkiye haricinde bir devlet, Doğu Türkistan'a neden yardım eder? İnsan hakları için yardım eder. Görünürdeki bu. Acaba bunun arkasında ne tür faaliyetler gösteriyor? Bu insan hakları modellemesi, nereye kadar sürdürülebilir bir model. Bu gerekçe ile ne kadar ya da nereye kadar yardım eder?
Doğu Türkistanlılar özgürlük istiyor, bağımsızlık istiyor; bu amaca destek verirler mi?
Biz zamanında gördük. Bize karşı kışkırttıkları birçok unsurları, birçok büyük devletler zamanı geldi ki arkasından çekildiler. Boşlukta kaldılar. Onların hesabı bu. Onlar bir vicdanla, yürekle, kardeşlik hissi ile yapmıyorlar; çıkar üzerine yapıyorlar bu eylemleri ve çıkar üzerine bina edilen destekler de geçicidir. Kendi çıkarına bağlıdır. Ama Türkiye için bu, söz konusu değildir.
Türkiye Türklerinin, ora ile kardeşlik bağları var. Aynı duyguları paylaşıyorlar, orayı vatan görüyorlar; onların burayı vatan gördükleri gibi. Dolayısıyla Türkiye'de yürütülen bir hareket daha saf, daha milli olacaktır.
"TÜRKİYE, ELİNDEN GELENİ YAPIYOR AMA..."
Doğu Türkistan konusunda Türkiye, mevcut konjonktür içerisinde bence elden gelen şeyleri yapıyor. Siyasi açı başka ama Türkiye Türkleri, biraz daha gönüllü destek vermeleri gerekiyor. Destekleri biraz zayıfladı. Amerika'nın bize karşı Suriye'de, Irak'ta, şurada burada yaptıkları, Batının, Avrupa Birliğinin yaptıkları ve onlara karşı olan boşluğu; Çin'in başka politikalarla daha yumuşak şekilde bir takım alanlarda propaganda yapması, Çin'in kendini masum göstermeye başlaması ile Türkiye kamuoyunda sanki Amerika'nın söylediği her şeyin yanlış olduğu, Çin'i zayıflatmak için yapılan hareketler olduğu, dolayısıyla gerçeğin böyle olmadığına dair bazı kesimlerde kanaatler oluştu. Bu kanaatlerden yola çıkarak da Çin'in Doğu Türkistan'a yaptıklarını söylediklerimiz, kamuoyunda eskisi kadar yankı bulmuyor.
Eskiden Kaşgar'da, şu çok övündükleri caminin bulunduğu şehirde... Ki o cami zaten vardı, yapmadılar. Zaten vardı o cami. Bir şeyler yapmışlar... Peki... Nasıl bir sonuç ortaya çıkmış? Kimler yapmış?
Bu caminin bulunduğu şehirde eskiden yüzde kaç Çinli vardı, şimdi kaç oldu?
Eskiden Doğu Türkistan petrolü ne kadar çıkıyordu, şimdi ne kadar çıkıyor ve bu petrol nereye gidiyor?
Eskiden Doğu Türkistan'da çalışan Çinlilerin oranı neydi şimdi kaç?
Çalışanların yüzde kaçı Uygur, yüzde kaçı Çinli?
Uyguların köyleri, kasabaları ne durumda?
Çinliler, Uygurların yıktıkları geleneksel evlerini yüksek binaların iki tanesini Uygulara kiraya verip yüz dairesinde kendileri oturuyor mu, oturmuyor mu?
Tarihi dokular Aksu'da, Kaşgar'da, Turfan'da Yarkent'te Türk Kültürünü ve kimliğini hedef alırcasına ortadan kaldırılıp yerine ne tür binalar inşa ediliyor?
Doğu Türkistanlı kızlar, Çinlilerle evlenmek zorunda bırakılıyor mu?
İnsanlar, bırakın ben Türküm demeyi kendi Müslümanlık gereklerinden herhangi birini gerçekte yerine getirebiliyor mu, getiremiyor mu?
Eğer komünizme, gösterdiği fotoğraflara inanacak isek Çin gibi devletlere o zaman dünya güllük gülistanlık demektir.
Çin'in Türkiye'de radyoları var. Ciddi çalışıyor, yayın yapıyor. Sahibi Türk olan radyolar var, onları destekliyor; onlar da Çin'i destekliyor. Türkiye'de ciddi yatırımlar yapıyor. Bunun getirdiği ekonomik bir ağırlık oluşuyor.
Böyle böyle Türkiye'deki belli bir kamuoyunu etkilemeyi başardı. Bu kamuoyu da muhafazakâr Milliyetçi kamuoyu...
"TÜRK DÜNYASINDA EĞİTİM SEVİYESİ"
Öncelikle Türk Cumhuriyetleri, bağımsızlıktan sonra bir geçiş dönemi yaşadılar. Geçiş dönemi şundan kaynaklanıyordu. Eğitim dilleri Rusçaydı. Nitelikli okullar Rusça kültür, sanat, edebiyat ve siyaseti üzerine kurulmuştu. İnsanların birinci dili Rusçaydı, kendi aralarında da Rusça konuşuyorlardı. Kendileri Türk olsa da...
Bu sistemin dönüştürülmesi gerekiyordu. Bu da kolay değildi, zaman isteyen bir şeydi.
İkincisi müfredatın içeriği Rusya'nın öngörüsüne göre belirlenmişti. Kaynaklar oradan geliyordu, anlattıkları onların zihniyetine göre kurgulanmıştı, tarihi kendi taraflarına göre anlatıyorlardı, ekonomiyi kendilerine göre tarif ediliyorlar ve siyasetin de onların kurduğu şekilde anlaşılmasını sağlıyorlardı.
Eğitim olarak bütün bunların dönüştürülmesi gerekiyordu. Bunun için de zaman gerekiyordu. Bu sebeple her Türk devleti, öncelikle kendi ulusal niteliklerine göre müfredatlarının eğitimlerini dönüştürmeliydi. Çok şükür bugün hepsi belli bir noktaya geldiler. Bazıları biraz daha ileride bazıları biraz daha geride...
Alfabeler değişti mesela. Kırgızistan dışında, Kazakistan da geçiş sürecinde. Diğerlerinin hepsi Latin alfabesine geçti ve en azından bu anlamda kültürel kopuşu gerçekleştirebildiler. Sovyetlerden kalan kültürel bağlardan kopabildiler.
Bu noktada eğitimi oluşturmak, eski birikim olsa bile, bunu yeniden kurgulamak zordur. Nitelik sağlamak zordur. Belirli alanlarda çok güçlü akademik birikimleri var ama bunu geliştirmeye ve ilerletmeye ihtiyaçları var. Genelde mühendislik alanlarında, sinema gibi alanlarda ilerideler. Eğer kültürü, eski kültürel miras diye algılarsak o anlamda da güçlü eserleri var. Ama bunu kendi milli müfredatlarına göre oluşturmaları süre alan bir şey. Oluşturulmuş gibi görünebilir şu an ama içinin doldurulması için biraz zaman gerekiyor.
Muhtemelen günümüzde bir araya gelmeler, karşılaşmalar etkisi ile bu gelişim süreci hızlanmış gibi.
Temel sıkıntılardan biri de şu: Sovyetler zamanında Türkistan parçalanırken, cumhuriyet sınırları oluşturulurken ekilen düşmanlık tohumlarının da yavaş yavaş izole edilmiş olsa da fitneye yol açabilecek unsurlar mevcut. Bunu da ortak bir yurt, ortak bir millet gibi üst anlatılarla yumuşatılması geçişleri daha kolaylaştıracaktır.
Diğer yandan bu Türk Cumhuriyetlerinin hepsi, birbirleriyle irtibatta oldukları halde daha çok Türkiye ile irtibat kurmak istiyorlar.
"ÇİN'İN TEMEL POLİTİKALARI"
Ama bunu söylerken şunu da teslim etmek lâzım: Çin, Rusya hâlen; Çin biraz daha güçlü şekilde üniversitelerde ikili ilişkiler kurmak, ortak projeler geliştirmek, beraber hareket etmek, ortak programlar yapmak için ciddi ve agresif hareket ediyor Türkistan bölgesinde. Tabii coğrafi olarak yakın olmanın da -Doğu Türkistan üzerinden- faydası var ama bir politika olarak, Çin eğitim alanında, yüksek öğretim alanında burada çok ciddi hamlelere sahip.
Akademik ilişkiler biraz daha uyuşmaya, birbirinin ihtiyaçlarını anlamaya ihtiyacı var ama dış politikalara bakarsanız, Çin'in Türkiye'yi her alanda potansiyel bir rakip olarak gördüğüne ben inanıyorum.
Çin'in temel politikası, sessizliktir. Yaptıktan sonra haberiniz olur. Çin, yapmadan haber vermez hiç.
Bizim yazıtlarımızda da "Çin'in ipeğine, gümüşüne, tatlı sözüne kanıp yok oldun ey budunum!" diyor. Yani yedi - sekizinci yüz yıldan atalarımız, Çin'in dış politikaları sezmiş, analiz etmiş, çok iyi tanımlamış ve bize tavsiyede bulunmuş. Demişler ki Çin, iki türlü işgal eder. Birincisi ekonomisi ile. İkincisi de siyaseti ile, tatlı dili ile.
Dünyanın en etkili üniversiteleri arasında Çin üniversitelerinin olduğunu söylemeliyim. Eğitimde kendilerini oldukça geliştirdiler.
"EĞİTİMDEKİ ORTAK ÇALIŞMALAR TÜRK DÜNYASINA NELER GETİRİR?"
Bilgi, her şeyin özüdür. Akademik anlamdaki bilgi de her türlü alanın giriş kapısıdır.
Şöyle düşünün, diyelim ki biz iki üniversite, örneğin Kazakistan'la olsun bir iş birliği yapıldı; diyelim turizm sahasında oldu bu anlaşma. Bir kere akademik bilginin yanı sıra bir de tecrübe paylaşıyorsunuz. Siz, Türkiye olarak edindiğiniz turizm deneyimini oraya aktarıyorsunuz. Bu da sadece üniversite bünyesinde kalan bir ilişki olmuyor. Ne yaptınız? Turizm hareketleri etkilenmeye başladı.
Kazakistan bu tecrübeden yararlanarak diyelim ki turizm yönünü geliştirmeye başladı. Oraya insanlar gelecek, ilişkiler kurulacak. Kültürel bir ortam ortaya çıkacak. Dolayısıyla turizm, peşinde kültürü de getirecek. Üniversitede turizm üzerine kurulan bir ilişki, size kültürel bir pencere de açmış olacak.
Sonra benzerliklerinizi keşfetmeye başlayacaksınız.
Kültürü keşfedince, dili keşfedince diyeceksiniz gerçekten de kardeşmişiz, aynıymışız. Biz de böyle yapardık, bizde de böyleydi, bu kelime bizde de var, biz de buna böyle diyoruz diyeceksiniz.
Bizde izafet çerçevesi diye bir kavram var (Reference Frame) bu der ki; bir iletişimin sağlıklı olabilmesi için, iletişimde bulunan bireyler arasında ortak noktaların mümkün olduğunca fazla olması gerekir. Yani ortak noktalar ne kadar fazla ise iletişim, o kadar güçlü olur. Yoksa siz iletişim de kuramazsınız. Bizde koparılan ilişkilerin yeniden güçlü bir şekilde oluşabilmesi için bu tür ortak noktalara ihtiyaç var.
Bu akan bir nehir; nerede göl, nerede deniz olacağı hiç belli olmaz. O sebeple bilim alanındaki ilişkiler aslında bütün ilişkilerin temelidir.
Özellikle üniversitelerde genç kesimin olması çok daha önemli. Ortak tefekkür denilen olguya da katkı sağlar aynı şeyi düşünmek. İnsanlar, ortak düşünürken üretiyor biliyorsunuz. Düşünme kodları, onun yönelimini de belirliyor. Dolayısıyla benzer bir tefekkür sahibi olmaya başladıklarında birçok şey, otomatik olarak hallolmuş demektir.
"TARİH YAŞANIRKEN ANLAŞILMAZ. TARİH, İLERİDEN GERİYE BAKINCA ANLAŞILIR."
Önemli bir konuya dikkat gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim. Sizler gibi insanlar varsa, sayısı önemli değil; bu iş olacak demektir. Ümit verici bir durum bu. Biliyorsunuz hiçbir şey, bütün kitlelerin katılımı ile olmaz. Birkaç kişi yol gider, gelen gelir yani. Tarih böyledir. Yaşanırken anlaşılmaz, ileriden geriye bakarken tarih anlaşılır.
TuvART Haber | Söyleşi | 2024, 11 Mart
Elçin Tuva Öztürkoğlu
Comments