Yapılan deneyler sonucunda ortaya çıkan tablo, beslenmenin gerekli ama sevginin vazgeçilmez olduğuna yönelik. TuvART yazarı Elif Sözer, bilimsel verilerle bu yazısında tecrit konusunu daha da derinlemesine irdeliyor.
TuvART Makale : Elif Sözer
Psikolog Harry Harlow 1950’lerin başında yeni doğan primat bebekleri aldı ve her birini diğerlerinden yalıtılmış kafeslere koydu. Araştırma ekibi kafeslerin temizliğine, bebeklerin beslenmesine son derece özen gösteriyorlardı. Hastalık kapma olasılığını asgariye indirmek için bebekler arası iletişimi tümüyle yasaklamıştı.
Sonuçta vahşi ortamda yetişen akranlarından çok daha güçlü ve büyük primatlar yetişmişti.
Fakat fiziksel olarak son derece sağlıklı olan bu genç maymunlarda korkutucu bir sağlık problemi ortaya çıkmıştı. Tecrit altında büyütülen bu maymunlar yalnızlık nedeni ile çökmüşler, en temel sosyal ilişkileri bile beceremez konumuna gelmişlerdi.
Harlow bebeklerin zihinsel ve ruhsal gelişimlerinde düzgün beslenmeden daha fazlasına ihtiyacı olduğu sonucuna vardı.
Peki ihtiyaç duyulan şey neydi?
Bilimciler kafesleri maymunlar soğuk zemin üzerinde yatmasın diye çocuk bezi kumaşlarıyla kaplamışlardı. Annesiz bebekler için bu yumuşak bezler bir avuntu haline gelmişti. Biri kafese yaklaştığında hemen kumaşla üzerlerini örtüyorlar ve yerdeki beze sarılıyorlardı.
Bu içler acısı durum Harlow’a yeni bir deney tasarlama fikrini verdi.
Bir sonraki primat kuşağını iki farklı sahte anne ile yetiştirmeye karar veren Harlow annelerden birini tel örgüden diğerini ise yumuşak havlu kumaştan yaptı. Kafeslerden birkaçının anneyi simgeleyen tel örgülerine bebeklerin beslenmesi için süt şişelerini astı. Harlow’un cevabını aradığı soru şuydu:
Bebekler hangi anneyi seçeceklerdi? Kendilerini besleyen tel örgü anneyi mi yoksa onlara sarılıp şefkat gösteren kumaş anneyi mi?
Sonuçlar çok açıktı. Bebek primatlar acıktıklarında tel örgü annelerine gidip çarçabuk karınlarını doyuruyorlar sonrasında da kendilerini kumaş annelerinin şefkatli kollarına bırakıyorlardı.
Bebekler altı aylık olduklarında günde ortalama on sekiz saatlerini kumaş anneleri ile geçiriyorlardı. Bu deneylerden çıkarılan ders, bebek primatların yoğun bir “bağlılık ve sevgi” ihtiyacı ile doğduğudur. Bu sevgi ihtiyacı karşılanmadığında yoksunluk duygusu çeken primatlar trajik yan etkilerle boğuşmak durumunda kalıyorlardı.
Harlow, daha sonra toplumsal tecridin yıkıcı etkilerini araştırmak maksadıyla acımasız deneylerine devam etti. Bunlardan bir tanesi bebek maymunları aylar boyunca hiçbir şeyin (tel annelerin bile) olmadığı kafeslere koymaktı. Sonuçlar bu acımasızlığa karşılık gelecek derecede şiddetteydi. Tecrit edilen bebekler her türlü duygu ifadesine kapalı, sürekli kavga eden, kendi çocuklarına bile acımasızca davranan, kelimenin tam anlamıyla primat psikopatlara dönüşmüşlerdi. Biri kendi çocuğunun parmağını ısırarak koparmıştı. Diğeri ise ağlayan bebeğini -kafasını parçalayarak- öldürmüştü.
Bebekleri annelerine sarılmaya çalıştıklarında onlar bebeklerini itiyorlardı.
Maymun yavrularında olan insan yavruları için de geçerlidir. Sadece fiziksel sağlığı korumak için yapılan birtakım uygulamalar çocukların psikolojileri üzerinde son derece riskli durumların ortaya çıkmasına neden olabilir.
Bir çocuğa “eğer kurallara riayet etmezsen annenin, babanın veya arkadaşının hastalanmasına ve ölmesine neden olabilirsin” mesajı verildiğinde (bir nevi tecrit edildiğinde) o çocuk bir ömür boyu yüksek ihtimalle kendini ve çevresindekileri potansiyel bir risk olarak görecektir.
Arkadaşına sarıldığı için suçlu muamelesi gören bir çocuğun bu yaftayı bir ömür boyu ilişkilerine yansıtması beklenmedik bir durum değildir.
Ebeveyn, hasta olan çocuğunu bir odada tecrit altında tutup ona kapıdan yemek uzattığında o çocuğun ruhunda iyileşmeyen yaraların açılması muhtemeldir. Sonu “sız” ve “lı” ile biten -bence- tam bir Hitler kafası patolojisi ile insanları holiganlığa varan fanatizmle ayrıştırıp “toplumsal bağ”(ışıklık) sağlanamaz.
İşte böyle süreçlerde psikolog, pedagog gibi uzmanların görüşleri ve yönlendirmeleri çok kıymetlidir. İlginçtir ki böylesi hassas günlerde bu konuda görüş bildiren uzman sayısı yok denecek kadar az.
Umarım çocuklar birilerinin hezeyanlarına kurban edilmez.
Umarım bir sonraki nesil birbirinden korkan, agresif, apatik, pesimist, kaygılı, şiddete meyilli, öfke kontrolünü beceremeyen, a-sosyal bireylere dönüşmez. Daha önce de dediğim gibi Z(ombi) Kuşağını tetiklemek için ille de birtakım deneysel sıvıların zerk edilmesine gerek yoktur; psikopatolojiyi tetikleyen uygulamalara devam edilsin yeter.
Comentários