Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan Albay Haydar Tunçkanat makalesi, 1990 yılında Türkiye'nin genel durumu hakkında döneme dair tespitleri ve ordumuzun detay incelemesi ile bugünlerde bizlerin düne ve yarına bakışında ışık tutuyor.
Reisi Cumhur Sebahattin Öztürkoğlu Arşivinden
Yarına Mektuplar - Beşinci Makale
Cumhuriyet Gazetesi
Yıl: 1990, Sayı: Bilinmiyor
Yazar: Haydar Tunçkanat - Em. Hv. Kur. Albayı Eski Tabii Senatör
Gorbaçov'un yaktığı yeniden yapılanma açıklık ateşi, Doğu ve Batı bloklarını, beklenmedik ve inanılmaz biçimde etkilemekle kalmamış, NATO ve Varşova paktlarının varlık nedenlerini de ortadan kaldırmıştır. Barış ve özgürlük rüzgârları tüm "Demirperde" ülkelerini sarmış; halk, komünist diktatörlerin idarelerine son vermiştir.
Avrupa'daki bu hızlı gelişmeler, Avrupa Topluluğu ve NATO üyesi olan Türkiye'yi de etkileyecektir. Nitekim bu gelişmelere paralel olarak Türkiye'nin jeopolitik durumu da yeniden gündeme gelmiş bulunuyor. Her fırsatta, cankurtaran simidir gibi kullanılan bu sözcüğün anlamı ve kapsamının açıklığa kavuşturulması gerekir.
Bir ülkenin jeopolitik durumu değerlendirilirken o ülkenin ulusal gücünü oluşturan ülke coğrafyası, doğal kaynakları, nüfusu, endüstrisi, tarımı, ekonomisi, ulusal geliri, gelir dağılımı, halkın eğitimi, becerisi, sağlığı, beslenmesi, işsizlik oranı, yönetim biçimi, yöneticileri, dışa bağımlılığı, silahlı kuvvetleri ve sahip olduğu silahları ile eğitim düzeyleri ve moralleri gibi daha birçok faktör ele alınır.
Türkiye'nin coğrafyadaki konumu değişmemiştir. Halen 60 milyona varan nüfusun, jeopolitik açıdan fazla bir değer taşıdığı da kuşkuludur. Çünkü ulusal geliri düşük, kalkınma hızı az, gelir dağılımı adaletsiz, enflasyon ve işsizlik oranı yüksek, eğitimsiz, sağlıksız ve beslenmesi yeterli olmayan bir kalabalığın jeopolitik değerlendirmedeki puanı da düşük olacaktır.
Nitekim AT (Ortak Pazar) Komisyonu'nun Türkiye ile ilgili raporu, bu görüşü doğrulamaktadır. Raporda "1985'te 50 milyon olan Türkiye'nin nüfusu 200'li yıllarda 70 milyon olacaktır. Türk ekonomisinin bugün erişmiş olduğu düzey, topluluk ortalamasının 1/3'ü civarında olup, bölgelerle kişiler arasında da büyük dengesizlikler vardır. İşsizlik oranı yüksektir, enflasyon ciddi bir sorundur. Sosyal koruma düzeyi zayıf ve topluluk ülkelerinden de oldukça uzaktır. Nüfusun yüzde ellisinden fazlası tarımla uğraşmakta, tarımsal verim düzeyi de düşüktür. Belli bir geçiş devresinden sonra da olsa Türk iş gücünün topluluk çalışma pazarına girişi, çeşitli kaygılara neden olmaktadır" deniliyor.
Türkiye'nin Ortak Pazar'a alınmamasının başlıca nedenleri olarak ileri sürülen bu gerekçeler, Türkiye'nin jeopolitik durumunun, Ortak Pazar'da nasıl değerlendirildiğini göstermesi bakımından önemlidir.
Jeopolitik değerlendirmede büyük ağırlığı olan Silahlı Kuvvetlerimizin durumuna gelince: Orgeneral N. Torumtay, 1987 yılı Şubat ayında Washington'da NATO kurulu seminerindeki konuşmasında Türkiye'nin NATO'ya tahsis ettiği kuvvetleri şöyle sıralamıştır:
Toplam 14 tümen, 12 piyade, 2'si mekanize piyade
Toplam 17 tugay, 6'sı zırhlı, 7'si piyade ve 4'ü mekanize piyade
Deniz Kuvvetlerinde 1 Firkateyn, 14 destroyer, 17 hızlı devriye gemisi (4'ü klasik), 14 denizaltı, 32 değişik tip mayın gemisi, 6 devriye gemisi ve değişik helikopter ve uçaklar
Hava Kuvvetlerinde toplam 19 savaş filosu, 4 nakliye filosu.
Torumtay "Türkiye'nin 800 bin kişinin üzerindeki ordusunu muhafaza etmesi" gerektiğini de söylüyor.
Halen Genelkurmay Başkanı olan Sayın Orgeneralin bu konuşması üzerinden geçen üç yıl içinde, dünyada önemli değişiklikler oldu. Irak - İran savaşı ve soğuk savaş sona erdi. Varşova Paktı dağılmak üzere, komünist dikta rejimleri birbiri ardından devrildi, silahlarımız biraz daha eskidi ve önemini yitiren NATO, yeni bir kimlik arayışının telaşı içine girdi.
Bu gelişmelerin ışığı altında önce Silahlı Kuvvetlerin 800 binden fazla olan mevcudunu ele alalım.
14 tümen: Her tümenin 10 bin mevcutlu olduğunu kabul edersek (gerçekte zırhlı ve mekanize birliklerin mevcutları piyade birliklerinin çok altındadır) 14 x 10.000 = 140.000. Tugayların mevcutlarını da 3 bin kabul edersek, 17 x 3.00 = 51.000 eder. 50 bin er, Hava Kuvvetlerine, 50 bin de Deniz Kuvvetlerine verildiğine göre onların da toplamı 100.000 eder. Bu duruma göre, savaş birlikleri mevcutlarının toplamı 291.000 ediyor. Eğitim ve hizmet birliklerinin mevcutlarını da 100 bin olarak alırsak mevcut 400.000'i geçmiyor. O halde 450.000 kişinin nerede olduğunu bulmak gerekir.
Burada büyük ölçüde bir insan savurganlığı olduğu açıktır. Oysa savaş, eğitim ve hizmet birlikleri dışında kalan 450 bin kişiden yapılacak tasarruf, Silahlı Kuvvetlerin eğitimi ve modernizasyonu için kullanılabilir.
Kara birliklerinin silahları eski, eğitim düzeyi de NATO eğitim standartlarının çok altındadır. Bu kadar büyük bir orduyu besleyip eğitmek ise bütçeden verilen ödeneklerle mümkün değildir ve dışa bağımlılığı artırmaktadır.
Türkiye'nin yeterli bir hava savunması da yoktur. Radarlar sayıca az, menzilleri kısa ve çok eskidir. Bu nedenle düşman uçaklarını erken öğrenip, alarm uçaklarını hava alanlarından zamanında kaldıramazlar. Ülkemize yönelecek hava saldırıları, kolaylıkla hedeflerine ulaşabilir. NATO eğitim standartlarına göre savaş pilotlarının yılda en az 240 saat eğitim uçuşu yapmaları gerekirken ödenek yetersizliğinden savaş pilotlarımız yılda ancak 120 - 140 saat uçabilmektedir.
Uçaksavar silahları da çok yetersizdir. Hava Kuvvetlerinin elinde F4 Fantomlardan başka etkili silahımız yoktur. Kaldı ki; NATO ülkeleri bunları da kadro dışına çıkarmışlardır. f16'lara gelince; elektronik donanımları eksik olan bu uçakların savaş güçleri çok kısıtlıdır. 1992'de sayıları 160'a varsa da elektronik donanımları olmadığından "gözleri bağlı şahin" durumundan kurtulamayacaktır.
Deniz Kuvvetlerinin durumu da yukarıda belirtilen nedenlerden ötürü kara ve hava birliklerinden farklı değildir. İzmir ve Mersin'de bir iki savaş gemisi dışında tüm donanma Gölcük'tedir. Hava üstünlüğü olmadan, donanmanın Karadeniz ve Ege'de bir hareket yapması çok sınırlıdır. Kara Kuvvetlerinin de hava desteği olmadan kuzey, güney ve de batını başarması düşünülemez. Bütün bu olumsuzlukların, Türkiye'nin jeopolitik önemini de olumsuz yönde etkilediği açıktır.
Jandarma ve emniyet teşkilatlarıyla birlikte 1 milyondan fazla kişinin, iç ve dış güvenlik amacıyla silah altında bulundurulması için inandırıcı bir gerekçe gösterilemez. Türkiye'nin ekonomik durumu ve bütçesi, bu yükü kaldıramaz. Değişen dünya koşullarından yararlanarak daha fazla zaman kaybetmeden köklü bir reorganizasyonla birlikte; az, fakat öz, eğitim standartları yüksek, hareket kabiliyeti ve ateş gücü fazla, dışa bağımlılığı azaltılmış; subay, astsubay ve er mevcutları tamamlanmış savaş birlikleri kurulmalıdır.
Hava Kuvvetlerindeki yeni uçakların eksikleri giderilmeli, hava savunmasına gereken önem verilmelidir. Müşterek bir karargâh olması gereken Genelkurmay Başkanlığı, bir üst düzey Kara Kuvvetleri Karargâhı olmaktan çıkarılarak üç kuvvetin müşterek çalıştığı bir karargâha dönüştürülmeli. Denizci ve havacılar da bu karargâhta yetki ve sorumlulukları paylaşmalıdır.
GAP'ın tamamlanmasıyla Dicle ve Fırat sularının paylaşılması büyük bir sorun olacaktır. Türkiye, şimdiye kadar bu sulardan yalnızca elektrik üretimi amacıyla yararlanmıştır. Suriye ve Irak ise bu nehirlerden elektrik ve sulamada geniş çapta yararlanmakta. Türkiye'nin ilk kez sulama amacıyla Dicle ve Fırat sularını kullanması, komşu iki ülkeye de daha az su verilmesi demektir.
SONUÇ
Her iki ülkenin de iyi donatılmış kuvvetleri vardır. Bu güçlere, uzun menzilli roketler de ilave edilince, GAP'ı bekleyen potansiyel tehlikenin büyüklüğü ortaya çıkar. Artık kuzeyden gelmesi muhtemel Sovyet saldırını bir süre rafa kaldırıp gerçekleri görmenin zamanı gelmiştir.
Kuzey sınırlarımızda, arazinin dağlık ve harekât alanlarının birbirinden ayrı ve dar olması, Trakya'da ise bölgenin genişlik ve derinliğinin azlığı, arazinin yapısı nedeniyle büyük kuvvetlerin harekât yapmasına elverişli değildir.
Günümüzde hava silahlarının etkinliği karşısında, büyük kuvvetlerin bu dar sahalarda yığılması, gerek savunma gerekse taarruz bakımından stratejik hata olur. Kaldı ki ikmal ve lojistik destek yönünden de bölgelerin ulaşım ve depolama kolaylıkları da yetersizdir.
Buraya kadar açıklamış olduğumuz gerçekler ve görüşler doğrultusunda, savaş birlikleriyle, hizmet ve destek birliklerinin mevcutlarının 400 bin kişi dolaylarında olduğu, geri kalan 450 bin kişinin ise amaç dışı kullanıldığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Büyük bir ordu beslememize rağmen ülkenin hava, kara ve deniz savunması yeterli bir düzeyde olmayıp; silah, lojistik, eğitim ve donatım bakımından da büyük eksiklikler olduğunu bir kez daha vurgulamak isteriz.
Durum böyle iken "Amerika'dan sonra NATO'nun en büyük silahlı kuvvetlerine sahip olmakla" övünmenin gerçeklerle uzaktan ve yakından bir ilgisi olmadığı açıktır. Silahlı kuvvetlerimizin gelişmesini köstekleyen, bu tür övünmelerden bir an önce vazgeçilmelidir. Başımızı kuma sokmayı ısrarla sürdürmenin yararı yoktur.
Albay Haydar Tunçkanat Kimdir?
Haydar Tunçkanat, 1921 Bandırma, Balıkesir doğumlu olup 2002 yılında vefat etmişti. Eğitimini Hava Harp Okulunda ve Harp Akademisinde tamamlayan Tunçkanat, çeşitli hava birlik ve karargâhlarında görev yaparak albay olmuştur. Haydar Tunçkanat, “Dickson Raporu” olarak bilinen CIA raporunu ve bu rapordaki tasfiye listesini kamuoyuna açıkladı (1966). Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile yapılan ikili anlaşmalar konusundaki çalışmaları ile geniş ilgi uyandırdı. Ayrıca 27 Mayıs 1960 süreci üzerine yayımlanmış kitapları vardır.
Comments